14 Ekim 2009 Çarşamba

DOSTOYEVSKİDEN "Hayalperest" TARİFİ

Gönderen Lavinya Öz.

Hayalperest, eğer tarif etmemi istiyorsan, aslında ne tam normal insandır, ne de değildir. Daha doğrusu, ikisinin arası, garip bir yaratıktır. Geceleri kendisini kuytu bir köşede gizler, içine siner, hatta gün ışığından dahi saklanır. Ve bir de kendini öyle bir köşeye yerleştirdi mi ya bir sümüklü böcek gibi bulunduğu yere yapışır, alışır ve orada kalır ya da hani hem eve hem de hayvana benzer tuhaf bir yaratık vardır, kaplumbağa, işte tıpkı onu andırır. İsli, soğuk, içe sıkıntı veren, acemicesine yeşile boyanmış dört duvar arasında, yoğun sigara dumanı içindeki o adama yaşamayı sevdiren nedir? Niçin bu gülünç yaratık arada bir kendisini görmeye gelmiş bir tanıdığını utangaç, alıngan hatta şaşkın bakışlarla karşılar? Sanki o dört duvar arasında büyük bir suç işlemiş, sanki sahte para basmış kalpazanlık yapmış da sonunda yakalanmış gibi suçlu suçlu bakakalır! Adeta bir gazeteye kendi yazdığı birkaç satırı, ölmüş şöhretli bir şaire aitmiş de ona karşı vicdani görevini yerine getirmek için gönderiyormuş gibi hareket edip sahtekârlık yapmış, foyası meydana çıkmış gibi utangaç ve suçlu davranır…
***
Ve birden hayaller gerçek alevler gibi canlanır, parıl parıl parlamaya, göz kamaştırıcı ışıklar yaymaya başlar. Okumak üzere eline rast gele geçirdiği kitap, hayalperestin elinde daha üçüncü sayfasına ulaşmadan kayıp yere düşer. Şimdi DÜŞ GÜCÜ tekrar titremeye, çalkalanmaya başlamıştır ve aniden bambaşka bir dünya, büyüleyici ufuklarıyla gözlerinin önüne serilen yeni bir rüya, yeni bir mutluluk kaynağı! Hayaller ona mutluluğun yollarını gösterir. Ağız tadı bambaşka, aldatıcı ve tatlı bir zehir. Artık o bizim dünyamızda değildir…
***
İlk bakışta hayat soğuk, karanlık, sıkıntılı ve düşmanca görünmez mi bize? “Vah, zavallı yaratıklar!” diye düşünür hayalperest. Daha yakından bak, Nastenka, işte o zaman büyülü hayaletlerin hem alımlı hem de gelişigüzel ve yavaşça canlandıklarını, panoramik bir resim, coşkun bir fener alayı gibi harekete geçtiğini göreceksin. Ve gürül gürül akıp giden bu alayın en önünde de heyecandan coşmuş kahramanımızın siluetini.
***
Şu anda onun rüyasını görmediği, düşlemediği hiçbir şey yok. Önceleri tanınmamış ama sonradan şöhretin doruklarına ulaşmış, taç giymiş bir şair. Şair Hoffmann ile hayali arkadaşlığı. St. Bartholome Gecesinin hayali. İvan Vasilyeviç’in kumandası altında, Kazan şehri ele geçirilirken aslanlar gibi çarpışıp kahramanlığın en yücesine erişmiş bir asker, Sir Walter Scott’un eserlerindeki kahramanlardan Diana Venon, Clara Mowbray; Effie Denas, Başpsikopaslardan meydana gelmiş şurada yargılanan Jan Huş… “Şeytan Robert” adlı senfonide ölülerin hortlaması, Berezina Savaşı, Kontes Vorontsova Daçkova’nın şiir resitali… Danton’u… Cleopatra ve aşıkları, Puşkin’in Kolomna’daki Küçük Evi’ni…
***
Ne mutluluk ne de bir anlık zevk için değişmeyeceği rüyalarını, hayallerini bir saatlik gerçek acı çekmek için feda edebileceğini sezdiği anda da pişmanlığın bütün acısı gelip içine çöker. Ama bilir ki öyle bir anda pişmanlıktan bitip tükenmek için çok geç olacaktır. O uğursuz an gelinceye kadar, hayalperestimiz hiçbir şeyi arzulamaz; çünkü o, bütün arzuların üzerindedir ve her şeye kendi dünyasında sahiptir, o kendi hayatını kendi oluşturan, kendi ilhamları ile yol gösteren bir sanatçıdır. Hayalperestimizin hayal dünyası o kadar kendiliğinden ve doğal bir şekilde hayat bulup canlanır ki, hayrete düşmemek mümkün değildir! İnsanın bütün bunlara bir serap değil de gerçeğin ta kendisi olduğuna inanası gelir. Hatta o kadar ki, kahramanımız gördüğü hayallerin, rüyaların kendi hayal dünyasının eseri değil de gerçeğin ta kendisi olduğuna iyice inanmıştır.
***
Kahramanımız ancak şafağın turuncu ışıklarıyla kızaran, iç karartıcı odasında geçirdiği coşkun saatlerden sonra yorgun, hastalanarak kendini güçlükle yatağa atar. Gözleri kapanırken içini; Petersburg sabahlarına özgü, aldatan bir hayal ışığı aydınlatmaya başlar.
***
“Hayal âleminde geçirdiğim gecelerin sarhoşluğundan bir an olsun ayılmak o kadar dayanılmaz oluyor ki! Aynı zamanda, etrafımı saran insan selinin çıkardığı gürültü patırtıyı duyuyor, benim gibi rüyada olmayanların nasıl yaşadıklarını görüyorum. Ve o zaman farkına varıyorum ki, onların hayatları uydurma değil, onların hayatları benim hayallerim gibi birden paramparça olup gitmiyor. Bilakis, hayatları her gün yenileniyor, renkleniyor; bir saatleri bir saatlerine uymuyor. Bir de benim gibi zavallı bir hayalperestin hayatına bak! Öldüresiye monoton; gölgelerin hayallerin, uydurma düşüncelerin esiri bir hayat. Yüreği çekilmez işkencelerle dolduran, hep kara bulutlarla kaplı, güneşten yoksun bir hayat!...........Yaşayabileceğiniz tek hayat hayal alemi ise, sizi bekleyen başka bir hayat yok ise ne yapacaksınız? Hayaller sizi zorlayacak, yıkıntılar arasından çalı çırpı ve toz toplayarak başlayacaksınız hayal âleminizi yeniden kurmaya! Ama unutmayın ki, insan kalbi eski şeylerden çabuk bıkar, yerine yeni şeyler ister! Dolayısıyla sizin yıkıntılardan topladığınız eski hayal parçaları hiçbir işe yaramayacaktır. Toplayacağınız çalı çırpı ile yakacağınız ateş, soğumuş kalbinizi ısıtmaya, ruhunuzu yeni bir alevle canlandırmaya, kanınızı damarlarınızda eskisi gibi hızla dolaştırmaya asla yetmeyecektir! Yetmeyecektir!................ Bir zamanlar beni son derece mutlu etmiş, heyecandan coşturmuş rüyalarımın yıl dönümlerini kutladığımı söylesem inanır mısın? Aslında olmamış olayların, hayallerin yıl dönümü!”
BEYAZ GECELER/ DOSTOYEVSKİ