1 Haziran 2010 Salı

Fısıltı...

Gönderen beyaz.


Aşka dair sıraladığım her cümlenin içindeki belli belirsiz bir fısıltıydın sen. Kırmızı bir nefesten dökülen, mavinin derinliği ve yeşilin huzuru arasında soluduğum umut dolu bir fısıltı( belki kendime bile söylemeye kıyamadığım)...

Sonra; cesaretimi giyinerek, kulağına eğilip bütün cümlelerimi tenine dokundurduğumda, ürperen ruhundu benim en yakın şahidim(bizim en yakın şahidimiz)…

Eğilmiş başına doğru eğiliyordum, ‘bendeki sana dair’ bildiğim bilmediğim ne varsa söylemek için. Her şeyden çok yüreğimle eğiliyordum, yüreğimle yöneliyordum sana. Saklayamıyordum bu yönelişi başkalarından, fısıltılarımı sakladığım gibi. Ne yaparsam yapayım aşikârdı, farkındaydım bunun; ama biliyordum ki ancak gören gönüllere aşikârdı yönelişim(ve dahi senin de bana yönelişin, beni kalbinle dinleyişin)...

Bu yöneliş bizi tamamlıyor gibi dursa da, birbirimize bunca benzeyişimizin sakladığı o küçük farklılıkta tamamlanıyorduk aslında. Kimselere göstermediğimiz o küçük farklılıktı birbirimize yönelişimizin sebebi (ve dahi sonucu)... Bu farklılığınsa en yakın şahidi, beyazla mavinin vuslatını yaşayan, sonunu bilemediğimiz şu gökyüzüydü belki( tek şahidi olmamakla beraber)…

Tam anlamıyla göremediğim, bilemediğim bir dal üzerinde duruyorduk hayata karşı ve o da şahit oluyordu ‘biz’e. İlk bakışta çok emniyetsizdi duruşumuz. Nerede, nasıl var olduğu belli olmayan bir ağacın dalındaydık öylece. Yakından bakınca daha da ürküyordu görenler, durduğumuz dal yorgundu çünkü. Sebebi belli olmayan bir yorgunluğun, nasıl yok edileceği de belli olmuyordu sanırım. Bu yüzden görenler sadece tedirgin bakışlar yolluyordu bize ve öylece geçip gidiyorlardı yanımızdan. Oysa biz korkmuyorduk; ne gökyüzünden ne de yeryüzünden. Gökyüzü bizimdi çünkü ve dahi bulutların perdelediği şu yeryüzü. Biz sadece duruşumuza dayanıyorduk, duruşumuzdaki sevgiye.

Bizden başlayıp yine bize dönen bu sevgi bizimle durduğu sürece, hiçbir korku yoktu içimizde. Hangi ağacın hangi dalı olursa olsun aynı duruşla aynı güçle var olmaya devam edebilirdik; biliyordum, biliyordun bunu. Ve ancak gözlerini o yorgun daldan ayırıp bize, sadece bize bakanlar görebilirlerdi sevgimizi ve sadece onlar anlayabilirlerdi neye dayandığımızı…

Duruşumuzda her şey aşikâr gibi gözükse de; mahiyetini kimsenin bilmediği sevgimizi bize dair fısıltılara sarmalayıp, çekiliyorduk gökyüzünün sır dolu bir köşesine.

Hem gökyüzüne hem de kendimize çekildiğimiz o zamanların içinde; ben sana dair kurduğum her cümledeki kırmızının yakıcılığını mavinin serinliğine buladım. O kırmızı, maviye ulaşana kadar beni yaksa da; seni ısıttı, biliyorum.

Bir parça da yeşil dokundurdum cümlelerime, senin içimdeki kırmızıya nasıl huzur doldurduğunu göstermek için. Senden istediğim, kimsenin duymadığı bir fısıltının koynundaki nefesimi saklaman sadece. Ve şimdi yalnız senin anlayabileceğin bir dilde ve yalnız senin duyabileceğin bir seste haykırıyorum:

(…) !

BEYAZ KARDELEN

4 yorum:

Lavinya Öz. dedi ki...

Çok hoşuma gitti, kalemine ve fısıltıyla haykıran yüreğine sağlık.

Çok çok beğendiğim yerleri yayınlamadan önce kalın ile işaretledim ;)

SEVGİLER

beyaz. dedi ki...

Teşekkürler, yürek dolusu :)

Parantez kısımları da çok hoş olmuş ;)

Bu blogtaki herkesin kalemine ve yüreğine sağlık!

SEVGİLER

şagujane dedi ki...

Sebebi belli olmayan bir yorgunluğun, nasıl yok edileceği de belli olmuyordu,, çok beğendim.. kalemine sağlık ;)

beyaz. dedi ki...

Çok teşekkürler.. Hepimizin kalemine efendim ;)