18 Kasım 2009 Çarşamba

DOSTOYEVSKİ/ Yeraltından Notlar

Gönderen Lavinya Öz.




haylazlık bilincin doğal ürünü olan tembellikten başka nedir ki?
İnsanlar, belli bir işi olan insanlar dar kafalı oldukları için, çok çalışkan kimselerdir… akılları kıt olduğu için, bir konunun ana nedenlerini araştırmadan, en yakındaki ikincil nedenlere atladıkları doğrudur. Böyle yapmakla doğru davrandıklarını sandıkları için de içleri rahattır ve en önemlisi de budur aslında.

Uygarlığın insanlarda duyguların çeşitlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaradığı yok. Oysa duyguların çeşitlenmesiyle birlikte, bir de bakıyorsunuz ki insanlar kan dökmekten daha çok hoşlanır hâle geliyorlar… Kişi uygarlığa bulaştıkça eskisinden daha iğrenç olmasa, daha fazla kan dökmese bile, daha kötü can aldığı bir gerçektir. Eskiden insanlar hak için kan dökerler, bu yüzden de rahatça birbirlerini öldürürlerdi. Çağımızdaysa, insan öldürmek suç sayıldığı halde yine de cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor.

…İrademizi düzenleyen yasaların keşfedilmesiyle tüm isteklerin, düşüncelerin neler olduğunu hesaplamak olanağı ortaya çıkarsa(şaka bir yana) bunlar çizelgeler üzerinde toplanabilirse, o zaman isteklerimizi bu çizelgeye göre ayarlayabileceğiz. Örneğin; bir gün bir nanik yapsam ve nanik konusunda yapılan hesaplar, yaptığım şeyi ve hatta nanik yaparken hangi parmakları kullanmam gerektiğini ortaya koyarsa benim kişisel özgürlüğüm nerede kalır?
Unutmamalıyız ki yaşam yaşamdır, matematik değil. Örneğin ben oldukça doğal bir biçimde, yalnızca aklımı kullanıp, hayatımın yirmide birinden yararlanmak değil, içimde var olan bir yaşam isteğiyle ilgili tüm unsurları seferber ederek yaşamak istiyorum. Aklın gücü nereye kadar uzanır? Akıl ancak öğrenebildiği kadarını bilebilir.

Lanet yağdırmak yalnızca insana özgü olduğu için(ki bu insanı öteki canlılardan ayıran önemli bir unsurdur), belki de bu lanetlerin verdiği güçle amacına ulaşır. Böylece bir piyano tuşu değil de insan olduğuna inanır. Biliyorum hemen itiraz edeceksiniz ve diyeceksiniz ki

“ Tüm bu fırtınalar, karanlıklar önceden hesaplanabilir ve çizelgeye eklenebilir. Böylelikle aklın zaferi sağlanabilir”. Olanaksız. İnsan bu kez de aklının olmadığını kanıtlamak için deli numarası yapmaya kalkışır ve böylece istediğini elde eder.


Şimdi buraya yazdıklarıma kendim bir inanabilsem! Yemin ediyorum baylar, şu karaladıklarımın tek sözcüğüne bile inanmıyorum! Daha doğrusu belki inanıyorum ama bir yandan da nedense, malın kötüsünü satmak isteyen tezgâhtar gibi sözlerimin yalan olduğunu biliyor ve bundan dolayı kuşku içinde kıvranıyorum…

Beni hor görürcesine başınızı sallayacak ve belki de şunları söyleyeceksiniz bana:
“Yaptığınız ayıp, küçültücü şeyler… Yaşamaya susadığınız hâlde, yaşamın sorunlarını bir mantık kargaşasıyla çözmeye kalkışıyorsunuz. Sırnaşık ve küstah davrandığınız hâlde, ne kadar korkaksınız! Saçmaladığınızda kendinizi çok beğeniyor ama sert ve küstah sözler kullandıktan sonra, durmaksızın ürküyor ve özürler yağdırıyorsunuz. Bir yandan korkunun ne olduğunu bilmediğinizi söylerken diğer yandan da yaltaklanıyorsunuz. Bizi, öfkeden dişlerinizi gıcırdattığınıza inandırmaya çalışırken öte yandan da güldürmek için de türlü maskaralıklar yapıyorsunuz. Üstelik esprilerinizin hiç de gülünecek bir yanı yok ama taşıdıkları edebî değer, herhâlde sizi sevindiriyor. Belki gerçekten acı çekmişsinizdir fakat bu acınıza bile saygı göstermiyorsunuz. İçtensiniz; ancak onurunuz eksik, gururunuz yüzünden en küçük şeyleri bile sorun hâline getirip, içinizde gerçeği çarçur ediyorsunuz. Gerçekten söylemek istediğiniz bir şeyler var fakat korkunuz yüzünden kelimeleri ağzınızda geveleyip duruyorsunuz. Çünkü düşüncelerinizi açıkça söyleyecek cesareti kendinizde bulamıyor ve kararsız bir küstahlık içerisinde boğuluyorsunuz. Anlayışınızla gurur duyuyorsunuz ama kararsızsınız; kafanız çalıştığı halde yüreğinizi ahlaksızlık karartmış. Oysa yüreği temiz olmayan kimsenin anlayışı da tam olamaz. Ya o yılışıklığınıza, kırıtmalarınıza ne demeli! Hepsi yalan, yalan!”

Şüphesiz bu sözlerinizi ben uydurdum. Kırk yıl süreyle yer altında yaşarken sizi konuşmalarınızı deliğimden dinledim ben. Bunlar benim hayal gücümün ürünü. Beynim ancak böyle şeylerle doluydu. Bunları ezberleyerek edebi bir biçimde sunmak son derece normaldir.
İnsan kendi kendine karşı tümüyle içten olabilir mi? Heine(ünlü Alman şairi) ; öz yaşam öyküsü yazmanın hemen hemen olanaksız olduğunu, insanın kendisinden söz ederken bir takım yalanlar katabileceğini söyler.

Bu yazıları yazmamdaki asıl hedefim nedir? Benim yazmamın sebebi okuyucular değilse, anılarımı bir kâğıda dökmemin bir anlamı var mı? Aklımda da tutabilirdim.
Kâğıt üzerinde daha görkemli duruyor. Kendi kişiliğim hakkında daha ciddi karar verebileceğim ve anlatımımın keskinliği de artacak, belki içimdekileri kâğıda dökmekle rahatlayacağım.