13 Ekim 2010 Çarşamba

ANKARA’YA MEKTUP –9-

Gönderen SEVDAZAN®



A*K*İ*T*! ***


Hiçbir anlam taşımadığı halde ve hatta neredeyse günümün çoğu başıboş oturmakla geçtiği halde yoğun bir gündü. Ben de anlamadım gerçi. Seni ihmal ettiğimi veya öyle düşünmeni istemiyorum. Artık sen içtiğim suyumda, yediğim ekmekte, kokladığım çiçekte, sen artık her nefeste hatırımdasın. Eğer birileri aramıza nifak sokmaya kalkışırsa ciddiye alma. Aslında beni tanımış olman lazım. Sevmiyorsam bir de düşmanlığım varsa karşıma alır savaşırım canını alana dek. Seviyorsam; yanındayım, peşindeyim; nerede olmamı istiyorsan, ölene dek. Bugün sen de çok tatlıydın fark etmedim sanma. Sabah evden ayrıldığımda yüzüme vuran o tatlı esintinin hazzındayım hala ve sanki ninni gibi akan o uğultu hala kulaklarımda. Ne derim biliyor musun? Hazır bayram telaşının yaşandığı şu vakitte gel bir sürpriz yap aslında bunu hak etmeyen insanlara. Yüzün gülsün, bayramda nefesin şifa saçsın. Günlük güneşlik günlerini görsün aslında buna hakkı olmayanlar. Hak etmedikleri halde dahi vefa buldukları için utanmayanlar....... Sana şu an bir banka şubesinden yazıyorum. Müşterilerle banka çalışanları bir telaş içinde. Müşteriler bir an evvel sıranın kendilerine gelmesini, çalışanlarda mesainin bitmesini gözlüyorlar. Oturmuşum koltuğuma ve sana yazıyorum, varsın bana sıra hiç gelmesin. Umurumda değil! Ben sana dostluğuna, muhabbetine yanmışım. Ah bir de bir bardak çayın olaydı şimdi.... Gerçi yavaş yavaş kararmaya başladın. Devri daime hazırlanıyorsun. Gündüzcüler evine gececiler dışarı der gibi bir halin var. Bunu da umursamıyorum. Biliyorsun yıllardır ne gündüze ne geceye aitliğim belli olmadı. Renkli camlarda şehri izlemek keyifli oluyor. Beni görmüyorlar ama ben onları oturduğum yerden rahatça izleyebiliyorum. İşportacısını, seyyarını, hala umut satan piyangocuları, caddenin sağ kısmını olduğu gibi işgal eden taksicileri, koşturan insanları..... Sıram gelmiş çatmış farkına bile varmadım. Varsın olsun be, bu sohbeti yarıda kesip kalkmak olmaz değil mi? Zaten şöyle bir baktığımda bu saate kadar geçen günümün bir tarifi yok, bu saatten sonra ne yapacağım konusunda da bir fikrim. Hatta içimden bir ses yumuşak havayı fırsat bil, git bir parka sarıl yalnızlığına, sarıl Ankara’na....... bütün sesler kesilene kadar....... var mı acaba böyle bir şey. Senin en merkezi yerine varıp seslerin kesileceği, başkentin sukut yeleği giyeceği bir an var mı? Hani senle iyi sohbete daldık ama banka da usul usul boşalmaya başladı. Mesai bitiyor sanırım. Kalkıp gitme zamanı dostum. Zaten canım sıkkın, bir de kovulmayalım. Ama söz veriyorum; bu gece sana karşı gözlerimi ve gönlümü açıp hayallerim arasına dalacağım. Biraz çocukça, biraz masumca... Açlık başıma vurdu sanırım. Doğru ya bu sabah evden çıkarken birkaç dilim ekmekten başka bir şey yemedim. Of ya, bir yemek bile ısmarlamıyorsun. Neyse diyeyim, sen en iyi dostumsun. Canım sağolsun.

27 Aralık 2005 Salı 17:20 Ziya Gökalp Caddesi/Kızılay

Mustafa Çelebi ÇETİNKAYA

1 yorum:

Lavinya Öz. dedi ki...

"Sevmiyorsam bir de düşmanlığım varsa karşıma alır savaşırım canını alana dek. Seviyorsam; yanındayım, peşindeyim; nerede olmamı istiyorsan, ölene dek."


Bu mektupların 15 den sonra da devamı olsun inşallah! :)